L.Mete Özgürbüz

Sağlık Sektörünün Rekabetçi Gücü 

BMT Calsis

Bu video-röportaj
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı
desteği ile hazırlanmıştır.

Yerli Yeşil Yeni Üretime Adanmış Sıra dışı Örnekler Serisi, BMT-Calsis’in kurucu ortağı Levent Mete Özgürbüz söyleşisiyle başlıyor. BMT Grup yenileyici tıp prensiplerini benimsemiş, doğal dokuyu taklit eden ortopedik biyomalzeme alanında hem ‘Ar-Ge’ yeteneklerine hem de ‘Üretim’ kapasitesine sahip ilk ve tek Türk firması olmasının yanı sıra küresel düzeyde de önemli bir rekabet gücüne sahip. Bu röportajı Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın destekleriyle 22 Ocak 2018 tarihinde gerçekleştirdik. Toplamda 21 kişi ile yaptığımız röportajları tamamlayabilmemiz çok uzun zaman almış olsa da “Yerli Yeşil Yeni Üretime Adanmış Sıra Dışı Örnekler”in hikâyeleriyle tarihe not düşmüş oluyoruz.

Covid-19 Pandemisinin dünyayı kasıp kavurduğu şu günlerde, Türkiye’nin tek, dünyanın sayılı firmalarından olan BMT Calsis’in ne kadar muhteşem bir iş yaptığı bir kez daha anlamış oluyoruz…

00:00   1974’te Ankara’da doğdum ve Ankara’da büyüdüm. Kimya mühendisliği okudum lisansta Atatürk Anadolu Lisesi’nin ardından. Sonra biyomühendislik okudum. Hacettepe’de ben bir master programına kayıtlıydım o zaman daha doğrusu onu da seçerek girdim de sağlık alanında bir şeyler üretebilmek için. Oranın neticesinde bir merkez kurmuştuk biz TÜBİTAK’a bağlı.  O dönem TÜBİTAK’ın bir programı vardı “TÜBİTAK Biyomedikal Teknolojiler Merkezi “diye; onun başkanlığını yaptım. 4 sene. Orada biriktirdiklerimizle de bu sektöre adım attık sektöre giriş hikayem biraz öyle.

00:52   Bu Rejeneratif Tıp dediğimiz alan da yani bu Yenileyici Tıp dediğimiz alan da çok parlak gözüken bir alandı. Bizim de Hacettepe’nin bu konuda 25 yıl, o dönem 25 yıldı şimdi belki 30-35 yıla yaklaşmıştır, çalışmaları vardı çok yoğun. Onları ticarileştirebilmek ümidiyle buna girdik bir nebze de başarılı olduğumuzu düşünüyorum hâlâ aklımızda gidilecek yollar, yapılacak işler varsa da oldukça da iyi bir noktaya geldiğimizi düşünüyorum. Başlangıç hikayemiz o. Yani oradaki üniversitede üretilen bir takım üzerine çalışılan üretilen bilgi çalışılan malzemeleri ticarileştirip hastaların yararına sunabilmeyi hayal etmiştik hedeflemiştik giriş hikayemiz o.

Yenileyici tıp nedir, nerelerde kullanılır?

01:39   Aslında dediğim gibi bu yenileyici tıp daha çok halkın, kamuoyunun daha çok kök hücre teknolojileri ile tanıdığı bir alan. Kök hücreleri biliyorsunuz her şeye farklılaşabiliyorlar. Ama kök hücrelerin de farklılaşabilmesi için belli ortamlara ihtiyacı var. Bizim yaptığımız bu malzemeler vücuttaki hücrelere bir el görevi görüyor. Onlara belli alanlarda farklılaşabilecek ortamlar sağlıyor. Onlar farklılaşarak bu alanlarda vücutta iyileşme sağlıyorlar. Bizim kemik örneğini verirsek; bizim yaptığımız malzemelerin özel yapısı var, özel bir tasarımı var. Bu özel tasarıma kök hücre geldiği zaman burada daha önce bir kemik hasarı olduğunu düşünüyor ve orda kemik hücresinde farklılaşıp kemik dokusu oluşturuyor. Kıkırdak için yaptığımız malzemelerde keza kıkırdak için böyle bir süreç yaşanıyor. Yani aslında kök hücreleri için veya vücuttaki öncül hücreler için ev yapıyoruz, yaşam ortamı yapıyoruz desek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

02:33   Bizim malzemelerin kilogram fiyatları 50 bin dolardan başlıyor; 1.5-2 milyon Avro’ya kadar kilogramda gidiyor son kullanıcı fiyatlarında. Nasıl bir teknolojik altyapı gerekiyor? Çok ciddi bir bilgi altyapısı gerekiyor. Daha doğrusu malzemenin tasarımını yapabilmek için aslında o balt gibi görünen böyle amorf gibi görünen malzemenin de içerisine indiğinizde mesela bir elektron mikroskobuyla bakarsanız, resmen bir hücre şehri olduğunu görürsünüz. İçerisinde yollar var, hücrelerin hareket edebilmesi için. İçerlerinde pod atıp büyüyecekleri o bizim istediğimiz hücreye evrilebilecekleri boşluklar var; oralara giriyorlar işte oksijen alıyorlar metabolit atıyorlar yani orada bir yaşam ortamları var aynı insanlar gibi orda farklılaşarak büyüyorlar. Bu ortamı tasarlayabilmek tabii ki ciddi bir bilgi birikimi gerektiriyor. Esas teknoloji aslında orda.

Ar-Ge ekibiniz kaç kişiden oluşuyor?

03:36   Şu anda orda bizle beraber çalışan master-doktora öğrencilerimizle beraber 10-11 kişilik bir çalışan grubu var bizim Hacettepe’deki laboratuvarlarımızda.

03:48   Onun dışında spor hekimliği alanı ile ilgili yeni bir projemiz var. O da benzer bir şekilde. Bizim malzemeler aslında vücutta belli bir iyileşme sağladıktan sonra vücuttan atılıyorlar, yok oluyorlar sessizce. Burada da öyle bir yaklaşım hedefliyoruz. Zaman zaman duyuyorsunuz; işte bu çapraz bağlar deniliyor ne bileyim işte futbolcularda falan çok rastlıyorsunuz. Orada kas ve tendon hasarlarına yönelik de birtakım ürünlerimiz var onları sabitleyip iyileştirmeye yarayan. Onlarla ilgili bir projemiz var; onu yürütüyoruz. Bu spor yaralanmalarını tedavi edip ondan sonra yine vücuttan kaybolan birtakım malzemeler üzerinde çalışıyoruz. Son dönemde de bu kamuoyunda çok bilinen bu dolgu malzemeleri. Özellikle bu güzellik ve estetik alanında çünkü o da ciddi bir teknoloji gerektiriyor. Biz burada böyle bunların yanında belki çok ciddi görmüyoruz teknoloji düzeyi olarak ama dünyada üzerinde çok ciddi AR-GE çalışmaları yapılan, performansı da hemen görülebilen önemli bir malzeme grubu. Orada da çeşitli çalışmalarımız var yeni dönemde.

BMT CALSİS Uluslararası Pazarda Kendini Nasıl Konumlandırıyor?

05:07   Türkiye’de şu anda yüzde 40’ın üzerinde bir pazar payımız var. Birkaç yıldır sektörde pazar lideriyiz. Tabii dünyada yabancı markanın çok olduğu bir alan. Hemen hemen bütün multimilyar dolarlık Amerikan şirketlerin, uluslararası şirketlerin bizim alanımızda ürünleri var. Onların içerisinde Türkiye’de böyle bir yüzde 40 gibi de azımsanmayacak bir oranla lider olmamız tabii ki çok keyif verici, bizim için iyi. Dünyada da birkaç senedir özellikle Avrupa’ya ihracat yapabiliyoruz. Bu CE belgesinin de getirdiği bir avantaj. Çünkü bizim sağlık alanında her yere istediğiniz gibi ihracat yapamıyorsunuz. Her ülke kendi regülasyonunu, kendi kayıt sistemini mecbur tutuyor. Onlar da çok uzun zaman alan birtakım süreçler ama Avrupa ile bizim sistemimiz aynı olduğu için Avrupa’ya daha rahat ihracat yapabiliyoruz. Avrupa’da Almanya, Polonya, İtalya, İspanya ve Portekiz’e daha çok ürün gönderiyoruz. Uzakdoğu’da, şimdi Tayvan’da bir resüsitasyon sürecini tamamlamaya çalışıyoruz. Ondan sonra da Amerika kıtasına doğru inşallah açılma gibi bir hedefimiz var.

Sizce yerli olmak neyi gerektirir?

06:25   Ben, bir şeyin yerli olarak kabul edilebilmesi için, sırf ‘yaptım’ demenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Yerli olmak, o ülkedeki pazarda Market Maker olabilmek, o ülkedeki artık yabancıları da kendi oyun alanına çekebilmiş olmak, oradaki kuralları kendi koyabilmek anlamına geliyor. Yoksa yerli olarak her türlü teknoloji Türkiye’de belli bir yatırımla üretilebilir; ama rekabet gücünü kendi ülkenizden başlayarak dünyaya yaymak esas hedeflenen şey olduğu için bu anlamda öyle bir firma henüz çıkmadı.

Türkiye’de üretim ne kadar yerli?

07:02   Hep bunu konuşuyoruz; Türkiye ekosistemi daha olgunlaşmamış bir ülke diyoruz bu tip teknolojik alanlarda. Ekosistem olgunlaşmayınca bu ne demek? Pek çok şeyi kendiniz yapmak durumundasınız. Onun için ben entegre bir yaklaşımın doğru olduğunu düşünüyorum. Çoğu ekipmanı; burada yapabildiğimiz, burada temin edebildiğimiz hemen hemen tüm ekipmanları kendimiz yapmaya çalışıyoruz. Temiz odalarımızı kendimiz imal ediyoruz. Kritik ekipmanlarımızı son dönemlerde kendimiz imal ediyoruz. Çünkü teknolojiye hakimiyet aslında ekipman ve hammadde sürecine de hakimiyeti de gerektiriyor. Yani ekipman ve hammadde de ne kadar dışarıya bağlıysanız rekabet gücünüzdeki o adımları atmakta da, sizi daha iyi bir pozisyona getirecek adımları atmakta da o kadar zorlanıyorsunuz. Dolayısıyla biz artık kritik ekipmanlarımızın bir kısmını geçtiğimiz yıllardaki projelerimizden beri yerli yapabiliyoruz. Birtakım çok standart ekipmanları yapmaya gerek yok yani. Artık onları da illa yerli olacak diye uğraşmanın çok anlamı olmadığını düşünüyorum. Ama kritik ekipmanları yerli yapabilecek gücümüz var. Eğer istesek sıfıra yakın diyebileceğim oranda materyali de yani hammaddemizi de yerli yapabiliriz. Ama o da dediğim gibi ayrı bir yani pazara çıktığınızda her şeyi, bütün o değer zincirini kendinizde bulundurabilmek de çok fizibil bir şey olmuyor her zaman. Çünkü orada biliyorsunuz ölçek ekonomisinin kuralları devreye giriyor. Ama herhangi bir sıkıntıda sıfıra inecek kadar o materyal nohamız şirkette her zaman vardı hala da olmaya devam ediyor. 

08:37   Gerçekten bir şeyin teknoloji bazlı olarak ele alınabilmesi için tüm sürecin veya sürecin çok kritik basamaklarının bilgisinin en azından sizde olmasının gerekliliği var. Yoksa bir cihazı. Ben zaman zaman söylüyorum; bizdeki Türk müteşebbisler, Türk girişimciler, siyasi bir tezgâh alarak teknoloji sahibi olduklarını düşünüyorlar ama doğru değil. Kayınvalideden kalan, atıyorum evi satan herkes o cihazı alabiliyorsa size bu bir rekabet avantajı sağlayamaz ki. Dolayısıyla esas know-how’u (teknik bilgi) biriktirmek rekabet avantajında önemli bir konu olarak düşünüyorum.

Sağlıkta yerlileşme nasıl mümkün olabilir?

09:19   Sağlık gerçekten stratejik bir sektör. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Bugün dünyada herhangi bir ülke, herhangi bir şirket kansere çare buldum dese; hangi devlet veya hangi ödeme sistemi halkından bunu mahrum edebilir. Gerçekten bu tedaviyi ulaştırmak çok önemli olacaktır. Dolayısıyla dışa bağımlılık her ülkenin korktuğu bir konu burada. Bununla birlikte devletlerin çok güçlü olduğu bir alan. Kimse sağlık harcamasını tek başına bir şirketlere ve halka bırakmıyor. Her devlet buna az ya da çok bir şekilde müdahil. Dolayısıyla bu dengenin çok kurulduğu bir alan. Yerlileşmede de bu dengeyi kurmakta doğrusu zorluk çekiyoruz. Bir yandan Türkiye’deki sistemin yüzde 97’sinin devlet tarafından karşılandığını (genel sağlık sigortası) düşünürsek, devletin çok müdahil olduğu bir alan. Nerdeyse bütün harcamayı devlet yapıyor. Dolayısıyla bunun artıları, eksileri var. Artılarından bir tanesi, istediği malzemeyi alabilecek ve ülkeye yönlendirebilecek gücü olması ama bir yandan da maliyetler dolayısıyla da ciddi çıkmazları, sıkıntıları oluyor. Çünkü dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Artık bugün Çin’deki üretim maliyeti ile Almanya’nın arasında eskisi gibi çok uçurumlar kalmadı. Türkiye’nin de bugün artık fiyat rekabeti konusunda çok yol alabileceğini düşünmüyorum. Eskiden hep öyle bir algı vardı. “Türkiye’de yapılır yerli, ucuz.” Hayır öyle bir şey yok. Bugün Avrupa’da yapılan yani Polonya’da, Fransa’da yapılan bir ürün ile Türk ürünü arasında büyük bir üretim maliyeti farkı olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla artık o işi biraz daha fiyat rekabetinden çekip daha katma değer veya tüketici faydası konusunda birtakım şeylere yönlendirmek herhalde doğru strateji olur. Biz de bunu çok yapamıyoruz. Yerlileşme biraz aksayarak gidiyor. Model olarak da zor. Yani yerli üretmekten ne avantaj elde edeceğimizi daha tam olarak bence herkes içine sindiremedi. Sadece istihdam yönüyle bakılıyor. Halbuki buradaki know-how bence çok daha sinerjetik bir etkiye sahip; ama daha o sinerjetik etkiyi kimse göremiyor. Yani bir yabancı firma da getirip bunu yerli üretse sanki bütün sorunlar çözülecekmiş gibi gözüküyor ama tıpkı sıcak para gibi yatırım da ekosistemde kendine uymayan en ufak bir şey gördüğünde, o zararı göze alıp çıkma eğiliminde hep böyle. Dolayısıyla Türkiye’nin bu konuda gerçekten çok stabil bir yerlileşme stratejisi olduğunu düşünmüyorum. Şunlarda daha iyiyiz: proje bazlı giden şeylerde daha iyiyiz. Nedir?  İşte bu haberleşme teknolojileri gibi, ulaşım teknolojileri gibi. Yani proje var; projeyi bölüyorsunuz, belli alanda yerleştiriyorsunuz. Bu çok güzel. Ama pazar dinamiklerinin daha kuvvetli olduğu sağlık gibi bir alanda, yani herkese yaptığınız şeyi kullandırtmak mümkün olmayabilir. Her doktorun tedavi tercihinde bu yer almaz. Her hasta buna tedavi olmak istemeyebilir. Böyle Pazar dinamiklerinin kuvvetli olduğu alanlarda daha çalışır stratejilere ihtiyacımız var. Bunu kurmakta zorlanıyoruz.

Endüstriyel dönüşümleri kaçırmamak için ne yapmalıyız?

12:44   İnsan altyapısı ile ilgili bir sorunumuz olmadığı belli. Sadece benim söylediğim bir şey değil. Herkes bunu zaten görebiliyor. İşte dünyanın çeşitli ülkelerinde akademik anlamda başarılı olmuş insanlarımız var. Buradan rahatlıkla biri gidip dünyanın en prestijli üniversitelerinde, en prestijli bölümlerinde bölüm başkanı olabiliyor. Oraların başına gelebiliyor. Dekanlık, rektörlük vs. yapabiliyor. Dünyanın her yerinde Türk insanı kendine bir yer bulabiliyor. Demek ki insan kalitemiz veya kaynağımızla, eğitimle ilgili bir sorun yok. Bence bizim sıkıntımız veya gençlere benim önermek istediğim şey şu olabilir: biraz daha bütüncül düşünmeleri lazım. Bence orada bizim eksikliklerimiz var. Bütüncülden şunu kastediyorum: tıpkı bizim gibi coğrafyalarda, diğer coğrafyaların daha önce çözdüğü soruları da kendiniz çözmeniz gerekiyor. Yani onlar çözüp bir sonraki nesle belli çözümleri aktarmışlar. Biz bu aktarma işini tam becerememişiz. Onun için her sahaya çıkan ve başarmak isteyen insanın önce kendi sistemini oraya oturtması gerekiyor. Onun için yardımlaşmak lazım.  Yani artık biz de yavaş yavaş bu yardımlaşma sürecini içimize sindirebilirsek daha hızlı ilerleyebileceğiz diye düşünüyorum. Bu kooperasyon bizde gerçekten çok eksik olan bir şey. Dolayısıyla her şeyi kendimiz yapmamız gerekiyor. Bu da bizi çok geriye çekiyor. Ben çok beynelmilel belki çok böyle basmakalıp gibi görünebilir ama gerçekten bakıyorum, makro da baktığımda eksikleri olsa da bilim hala elimizdeki en iyi araç. Bunu kabul etmek lazım. Evet bazen bir doktor bir şey söylüyor, diğer doktor başka bir şey söylüyor. İnsanların kafası karışıyor ama hala bilim elimizdeki en iyi araç. Bilimi iyi kullanmalarını çok öneriyorum. Yani bilim bizi hâlâ pek çok sıkıntıdan çıkartabilecek bir araç. Ben hep hayatım boyunca, böyle futbol diliyle konuşursak, hücum oynamaya çalıştım. Arkadaşlara da onu öneriyorum. Bazen insanlar diyorlar ki ya biz böyle yapmayalım. Örnek veriyorum bazen siyasetçilerimiz de onu söylüyorlar ya “Canım ne yapacağız işte biz inşaat yapalım, şunu yapalım, bunu yapalım.” Biraz kendilerini bu şeyden çıkarsınlar. Yani Türkler de gerçekten hücum oynayabilir onunla ilgili hiçbir engel yok. Biz dünyaya açıldıkça görüyoruz ki hiçbir eksiğimiz yok. Bunu basmakalıp bir şey olarak söylemiyorum. Gerçekten çıktığınızda orda eksiğiniz olmadığını görüyorsunuz. Ve zaten zaman da bize bunu yavaş yavaş gösteriyor. Her çıkan eksiği olmadığını gördükçe dönüp arkasındakine diyor ki “Gelin, bakın burada bunları yapabiliyoruz.”

15:25   Bazen tabi bazı süreçler yaşanıyor. İnsanlar dünyadaki bazı konjonktürel gelişmelerden etkileniyorlar bu kaçınılmaz. Dünyada iyi zamanlar olduğu gibi kötü zamanlar da var. Her zaman olmuş. Biz bunu hatırlamıyoruz ama bizim babalarımız da annelerimiz de bunu yaşamışlar. İşte İkinci Dünya Savaşı’yla yaşayan dedelerimiz olmuş. İşte onlar Kıbrıs Çıkarmasıyla yaşamışlar. Her zaman bizi karamsarlığa sevk eden zor dönemler olmuş ama işte o zor dönemler de kendi güçlü nesillerini ortaya koymuş. Bunu kabul etmek lazım. Dolayısıyla ben şimdi içinde bulunduğumuz bu dönemin de gerçekten güçlü bir nesil ortaya çıkartacağını düşünüyorum ki bunu da artık yavaş yavaş insanlar bunu gözlemeye başladılar.

Genç girişimcilere tavsiyeleriniz nelerdir?

16:17   Bana keyif veren şey her zaman gelişmek oldu. Yani diğer şeylerin içinde ben hep, beni geliştirecek olan bir alan varsa oraya yürümeyi tercih ettim. Gençlere de bunu çok tavsiye ediyorum. Temel motivasyon dizilerde görüldüğü gibi zengin olmak, şatafatlı bir hayat sürmek vs. olmamalı. Gerçekten insanlar kendilerini gelişime adarlarsa, sadece kendilerini geliştirmek değil, içinde bulundukları sistemi geliştirmek, toplumu geliştirmek. Eğer hedef gelişim olursa gerçekten bir şeyler yakalanır ve toplumda da onların rolü git gide artar. Ben hep öyle düşünüyorum. Dolayısıyla gençlere her zaman, gelişmek için bir yol olduğunu, eğer uğraşırlarsa, hayal ederlerse, düşlerlerse ve gerçekten kaliteli bir şey ortaya koymaya çalışırlarsa; her zaman büyüyecek, gelişecek de bir boşluk olacağını düşündüğümü söylemek isterim.

Yerli Yeşil Yeni projesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

17:14   Kendi toprağından bir şey çıkarmak çok önemli. Dünyanın neresine giderseniz gidin kökü olmayan yapılar büyüyemiyorlar. Dolayısıyla gerçekten köküne sahip çıkabilmek, o kökten büyüyerek bir şey yapabilmek, dünyada şimdi çok moda ya mesela füzyon; gerçekten bugün bizden olanla dışarıdan iyi olanın füzyonunu yapabilmek, onu karıştırabilmek, onu harmanlayıp ama muhakkak yeni bir şey ortaya koyabilmek çok önemli. Dolayısıyla bunları, ben yeşil kısmında belki o kadar aktif değilim ama sadece yerli değil yerli ve yeni bence beraber olması gereken bir şey.  Sadece yerliyi kabul etmek mümkün değil bence. Yerli ve yeni birbirini tamamlayan, birbirine sinerji veren bir şey. Ve sizin projenizde bu yerli ve yeniyi bir arada tuttuğu için bence önemli ve gelecekte de çok faydalanacağımız bir proje olacağını düşünüyorum.

Yerli Yeşil Yeni

Bir gelecek hayaliyle

İletişim

Merkez Ofis

Dumlupınar Mah. Süleyman Gönçer Cad. ATSO İş Merkezi
No:8 K:5 D:13 Afyonkarahisar
 

AFYON

E: afyon@yerliyesilyeni.org

 

ANKARA

E: ankara@yerliyesilyeni.org
 

İSTANBUL

E: istanbul@yerliyesilyeni.org