Yavuz Bayız

İlk Yerli Cep Telefonumuz ASELSAN-1919 & 1920

ASELSAN

Bu video-röportaj
Savunma Teknoloji Mühendislik (STM)
desteği ile hazırlanmıştır.

Yerli Yeşil Yeni Üretime Adanmış Sıra dışı Örnekler Serisi’nin beşinci konuğu Yavuz Bayız. ASELSAN’ın ürettiği 1919 ve 1920 cep telefonlarının üretim sürecini anlatan Yavuz Bayız, 1997’de piyasaya sürülen telefonların, dünyadaki rakiplerine göre ne denli rekabetçi ve ne denli yenilikçi olduğunun altını çiziyor. Devam edebilseydik durum çok ama çok farklı olurdu. 16 Ocak 2019’da yaptığımız söyleşi Savunma Teknoloji Mühendislik’in (STM) destekleriyle gerçekleştirildi.

Ben 1963 doğumluyum, Eskişehir’de doğdum. 1984 yılında staj için ASELSAN’a geldim. 3’den 4’e geçerken stajım uzunca sürdü, çünkü yaptığımız işin bitirilmesi bekleniyordu bizden yani 1 aylık olması gereken stajda bana verdikleri işi bitiremedim ben. 2 aya uzadı stajım, stajı bitirdiğimde yani verilen görevi yerine getirdiğimde dediler ki seni aday mühendis olarak buraya alalım. 15 dakikalık bir işlem sonucunda stajdan hemen sonra aday mühendis olarak 1984 yılının 1 ekiminde işe başladım. 1985 yılında mühendis olarak devam ettim, mühendis kadrosuna geçtim, geldiğimiz bu yıla kadar da ASELSAN’ın düz mühendislikten genel müdür yardımcılığına kadar olan bütün kademelerinde, bütün pozisyonlarında çalıştım. Aşağı yukarı 35 yıllık ASELSAN’lıyım. Yani şöyle diyorum ben doğma büyüme ASELSAN’lıyım diyorum, çok genç yaşlarda başladım. Buraya 20’li yaşların başında başladım. Şu anda işte 56 yaşındayım bu yıla kadar ASELSAN’da bir yığın projede yer aldım, bir yığın yeni sistemin doğuşuna tanıklık ettim, bir yığın başarıya paydaşlık ettim; arkadaşlarımla beraber. Neredeyse yani uzunca bir ömür burada tükettim.

1:43 Benim başladığım yılda Ar-Ge bölümünde göreve başladım. Ar-Ge’de mühendislerin ortalama ASELSAN’da kalma süresi 2.7 yıldı 4 senelik 5 senelik bir ağabeyimiz bizden bayağı bir tecrübeli biri gibi görünürdü düşünün artık. Mesela yurtdışı temaslarında yurtdışında setupların başında, Ar-Ge programlarının başında 50-60 yaşlarında yani yaşı belli bir yere gelmiş insanları görür hayret ederdik bunlar nasıl oluyor bu kadar yıldır setupların başında oturuyorlar, deneyler yapıyorlar, devre tasarlıyorlar falan diye merak ederdik ama şu anda bizim geldiğimiz noktada 14-15 seneye çıktı ortalama ASELSAN’da kalma süresi mühendisler arasında yani artık bizim de 60 yaşına gelip de setupının başında devre tasarlayan çok çok tecrübeli yani işinin duayeni mühendis arkadaşlarımız var.

ASELSAN’ın kuruluş hikayesinden bahseder misiniz?

2:45 İşte Kıbrıs harekatı oluyor arkasından ambargo koyuluyor Türk Silahlı Kuvvetlerine ilk darbe yiyen yer haberleşme oluyor çünkü batarya yok yedek malzeme yok haberleşmede ciddi bir zafiyet oluyor o arada devletin imkanları da çok kısıtlı yani kendisi ambargoyu delecek bir şey yapamıyor bir fabrika, tesis kurulumu gibi bir şey o günkü imkanlarla gerçekleştiremiyorlar, vakfa bir görev veriliyor, deniyor ki vakfa TSK’yı Güçlendirme vakfına bizi öncelikli olarak haberleşme alanı olmak üzere dışa bağımlılıktan dışa bağımlılıktan kurtarın diyorlar vakfa böyle bir misyon veriliyor, vakıfın elinde de kaynaklar kısıtlı o ara fabrika tesis kurmak zahmetli bir iş ve para gerektiren bir şey. Vakıf bir yardım kampanyası başlatıyor, bahsettiğim yıllar 1975-76. Halktan para toplanıyor ve o halktan toplanan paralarla ASELSAN kuruluyor, vakıf ASELSAN’ı kuruyor. Bizim ilk genel müdürümüz Hacim Kamoy Allah rahmet eylesin, çok muhterem biriydi, ben tanıma fırsatı buldum Hacim Beyi. Hacim Beyin ilk işi ODTÜ’ye gitmek oluyor, o arada da ODTÜ hem Türkiye’de hem Ankara’da ciddi okullardan bir tanesi. Elektrik Bölüm başkanına diyor ki biz size diyor her tıp fakültesinin bir tane araştırma hastanesi oluyor işte doktor olacak öğrenciler oralarda eğitiliyor hasta görüyor işte hastalıkları tanıyor nasıl tedavi edileceğini öğreniyor. Size, biz hastane statüsünde, buradaki mühendis adaylarının da gerekli tecrübeye kavuşabileceği bir tesis yaratalım deniyor. O zaman ki bölüm başkanın da çok yoğun bir gayretiyle bizim asistanlar ya part time ya full time ASELSAN’a başlıyorlar, o devirde. Kimisi okulu bırakıp full time geliyor kimisi part time geliyor. Kuruluş şöyle Bahçelievler’de 2 daireyle kuruluyor şirket, bizim asistanlar oraya gidiyorlar aslında, 77 olmuş artık yıl. İlk Philips lisansı alınıyor, askeri telsiz üreteceğiz Hollanda’da Philips’ten bir lisans alınıyor. Lisansla üretim yapılıyor ama aynı anda ODTÜ’den iyi mühendislerin de katılımıyla. Ar-Ge programları başlatılıyor. Aynı anda. Hem üretim yapıyoruz lisans altında hem de teknoloji üretmek, teknolojiyi özümsemek adına öncelikli telsizle ilgili Ar-Ge programları başlatılıyor. O telsiz mesela çok başarılı oldu, full lisans alındı.

Arkasından bir sonraki telsizi kendi telsizimiz olarak yaptık ben o aralar katılmıştım şirkete 1984 yılında. Arkasından elektronik harp sistemleri, radar sistemleri başladı. Arkasından stabilize silah sistemleri başladı. Şu anda da savunma elektroniği alanında şirket, ASELSAN olarak platform yapmıyoruz ama bütün platformların üzerindeki bütün elektronik sistemleri diyebiliriz. ASELSAN çözümü yani bizim kendimize ait özgün bizim Türk mühendisleri tarafından geliştirilmiş çözümlerimiz var bütün platformlar için. Çok iyi bir aşamaya teknolojik anlamda geldik. Mesela bizim lisans aldığımız Hollanda’ya teknolojik ürün sattık kaideye monteli stinger sistemi sattık. Hollanda’ya ciddi bir ihracat yapıldı bundan 15 sene önce belki. Amerika’dan lisans aldık bir iki lisansımız Amerika’dan, oraya da telsiz sattık. 30 bin tane apco25 bu polislerin, ormancıların falan kullandıkları profesyonel telsizlerden sattık. Yani hem teknolojiyi aldık özümsedik kendi Ar-Ge’lerimizle özgün ürünlere dönüştürdük hem de hem Türkiye’deki ihracatı karşıladık hem de ihracat yapar hale geldik.

ASELSAN’ın küresel rekabetçiliği ne durumda?

7:00 Askeri telsiz alanında, dünyada geldiğimiz noktada 3- 4 firmadan biriyiz yani daha aşağısını kabul edemeyiz net olarak söylüyorum. Hem teknolojik anlamda 3-4 firmadan biriyiz hem de onlarla ticari olarak rekabet edebilecek düzeydeyiz. Yani çok mütevazi olamayacağım gerçekten çok iyiyiz askeri telsiz alanında. Profesyonel telsiz alanında yine öyle a’dan z’ye aşağı yukarı dünyada var olan bütün telsiz standartlarında ürünlerimiz var. Anahtar teslim çözümlerimiz var.

7:35 Ağır rekabet koşulları altında mesela Ukrayna’dan askeri telsiz işi aldık, büyük iş aldık. Rakam telaffuz edemeyeceğim ama ciddi büyük iş aldık.  Yine rekabet koşulları altında Suudi Arabistan’dan ciddi işler aldık. Mesela Suudi Arabistan’da rakibimiz Harris, Ukrayna’daki rakibimiz Elbit, İsrail Elbit. Yine böyle yakın çevremizde Azerbaycan’ı sayabilirim, telsiz anlamında söylüyorum. Pakistan ile çok uzun yıllar ilişkimiz var. Pakistan’ı sayabilirim. Bangladeş’i sayabilirim buralarda ciddi rekabet koşulları altında rakiplerimizi alt ederek hem teknolojik anlamda hem ticari anlamda ihaleler kontrantlar aldık bunların gereğini yerine getirdik. Silah stabilizasyon sistemlerinde çok iyiyiz bir yığın ülkeye satış yaptık, bunların içinde Katar var, Hırvatistan var.

8:32 Elektronik harp tarafında iyiyiz. Şili’ye mesela satış yaptık. Elektronik harp araç gereci ile ilgili. Batı ülkeleri silah sistemi deyince onların kendi şirketleri var çok rahat satış yapılamıyor ama onun dışındaki bütün ülkelere, kendi coğrafyamızdaki bütün ülkelere rahatlıkla teknoloji ihracatı yapabiliyoruz.

ASELSAN’ın uluslararası iş birlikleri ne durumda?

9:00 Yurtdışında iş birlikleri yapıyor olmak bir ihracat modeli, Kazakistan’da oranın bir devlet şirketiyle Kazekence (09.08) ile ortak bir şirketimiz var. Kazakistan’da çok ciddi büyük bir üretim artı entegrasyon altyapımız var. O şirket işleri alıyor, biz buradan destek oluyoruz öyle bir iş birliğimiz var. Pakistan’da yine devlet kontrolündeki bir şirkete teknoloji transferi yaptık, bizim telsizlerimizi orada üretir pozisyondalar ve mesela kriptolama algoritmaları var bu askeri telsizler için onların mühendislerini bu konuda eğittik onlar da kendi algoritmalarını geliştirecek pozisyona geldiler. Yine Suudi Arabistan’da bir üretim tesisimiz var. Yine Suudi Arabistan’da oranın TÜBİTAK gibi diyeyim yani araştırma enstitüsüyle kurduğumuz bir ortak şirket var, bir büromuz var ASELSAN’a ait.

10:02 Endonezya’da teknoloji transfer ettiğimiz bir şirket var. Ürdün’de oranın yine TÜBİTAK gibi bir kurumuyla ortak kurduğumuz bir şirket var, gece görüş dürbünleri üretiyorlar. Azerbaycan’da yüzde yüzü bize ait olan bir şirketimiz var. Yine Güney Afrika’da yüzde yüzü bize ait olan bir Ar-Ge birimimiz var. Malezya’da, Endonezya’da ofisimiz var Makedonya’da ofislerimiz var yani buralar bizim ihracat yaptığımız oradaki faaliyetlerimizi oradaki yetkililerle koordine eden birimlerimiz. Böyle gelişerek yolculuğuna devam ediyor ASELSAN. İhracatta başarılı olmak da durumundayız şöyle ki büyümek istiyoruz, büyümenin de yolu burada TSK’ya ya da güvenlik güçlerimize verdiğimiz şeyleri bizim etrafımızdaki dost ve kardeş ülkelere veriyor olmak, ihracat yapıyor olmak. Türkiye’deki imkanlarla büyümek daha zor o yüzden ihracat yaparak büyüyebiliriz buna uğraşıyoruz gerçekten bizim işin önemli.

11:11 Küresel anlamda faaliyetini gittikçe arttıran, büyük oyuncu olmaya doğru giden küresel bir firma diyebiliriz ASELSAN’ımıza.

ASELSAN’ın ulusal iş birlikleri ne durumda?

11:25 Bütün bir kere platform üreten firmalarla yakın iş birliği içindeyiz, mesela TAİ’yle yakın ilişki içindeyiz. Çünkü Atahan Hürkuş’un Anka’nın elektronik teçhizatının ciddi bir kısmını biz veriyoruz. Yine kara araçlarını üreten FNSS, Otokar, BMC, Katmerciler, Nurol gibi firmalarla yakın iş birliği içindeyiz; onların araçlarına ciddi elektronik silah sistemleri gibi gece görüş gibi teçhizat veriyoruz. Yine askeri gemi üreten tersanelerle de yakın iş birliği içindeyiz, onlara da kendi çözümlerimizi anlatıyoruz; kendi çözümlerimizi sunuyoruz. Bunlar proje anlamında iş birliği yaptığımız firmalar. Roketsan ile iyi iş birliği içindeyiz, beraber hava savunma sistemleri geliştiriyoruz. Bunun dışında da 700’e yakın alt yüklenicimiz olarak çalışan Türkiye’de irili ufaklı firma var. Bunların 600 kadarı diyeyim KOBİ düzeyinde yani 50 ve altında çalışanı olan firmalar bunlara da çok ciddi anlamada iş aktarıyoruz. Etrafımızda modern deyimle söyleyecek olursak ciddi bir ekosistem var, ASELSAN’ın etrafında. O ekosistemle beraber hareket ediyoruz. Onların başarısı bizim başarımız olmuş oluyor. Biz başarılı olursak, o ekosistem içindeki firmalara daha fazla iş payı aktarabiliyoruz. Bizim için önemliler, bu ekosistemle beraber iş birlikleri ile büyüyoruz Türkiye’de.

ASELSAN’ın cep telefonu üretme süreci nasıl başladı?

13:00 80’li yılların sonunda, 90’lı yılların başında Türkiye’de NMT450 diye bir sistem vardı -analog mobil telefon- bunun da araç telefonları vardı onu da hatırlar mısınız bilmiyorum, transfortable tabir edilirdi yani aracın içinde kullanılır aracı park ettiğinizde de yanınıza alıp getirebilirdiniz eve. Şimdi burada bunu kuran firma, Türkiye’de hava ara yüzünü kimseye açmadı. Tek başına sistemi kurdu, tek başına da o mobil telefonları diyeyim istediği fiyattan sattı. Biz de Türkiye’de o ara yüzü almak istedik ancak alamadık o dönemlerde bir türlü, 90’lı yılların başından bahsediyorum. Tanımladığı ara yüzü açmadığı için kimseye başkası oraya ürün veremiyor. Bu GSM’i o tarihlerde izlemeye başlamıştık, dedik ki biz bunu yapalım. Bu böyle olmaz oluk oluk para yurtdışına gidiyor bir şekilde. Öyle bir motivasyonla başladı yani bu GSM daha standart, daha tanımlı, ara yüzleri daha oturmuş bir şey bizi bunu yaparız dedik ve ülkenin de yurtdışına para çıkışını kesebiliriz diye düşündük. Çünkü o tarihlerde ciddi bir para çıkışıydı bu. Biz başlarken lüks ürün sınıfındaydı yani zenginlerin kullanabildiği bir şey mesela NMT 450ler 3-4 bin dolardı, 2bin dolara kadar indi ama 2bin doların altına inmedi ürünün fiyatı. Baktık o ara GSM çıkıyor 92 yılları, GSM de mesela ilk çıktığında 1500- 2000bin dolardı bu mertebede çıktı. Yani telefonlar daha küçüktü böyle araç için değildi ama fiyatları yine böyleydi. Orada dedik ki bu pazarda yer almalıyız, yer alırsak ülkede ciddi bir kaynağı içerde tutabiliriz diye öngördük. Bu şekilde bir motivasyonla 92 yılında ilk Ar-Ge’yi başlattık. İlk Ar-Ge’de şöyle başladı; o ana kadar analog telefon yapmışız, limitli veri imkânı olan telsizlerle uğraşmışız. Yani GSM bizim için ciddi bir sıçramaydı. Mesela o tarihlerde 200kblik data hızıyla falan haberleşiliyor o ciddi bir hızdı. Dedik ki bizim burada önce teknolojik bir açığımız var onu kapatmamız lazım. Küçük bir ekip kurduk ama hepsi fen lisesi mezunu, okullarını 4.0’la bitirmiş çocuklar falan. Yine öğretim görevlilerinden konularına yatkın bir iki tane danışman ayarlandı ve biz iki sene boyunca o çocuklarla beraber -başlarında ben vardım- teknolojik açığımızı kapatacak, hazırlık seviyemizi yükseltecek faaliyet yaptık 2 sene. Sonra 94 yılında, fizibilite raporu hazırlamamız istendi projeyi aktif olarak başlatmak için. Orada da şöyle bir varsayımda bulunduk; bu lüks ürün sınıfında kalacak yani telefonlar o tarihte 1500 dolarlar mertebesinde olacak ve yıllık rakamlar 100bin mertebesinde olacak yani bunun nüfusa yayılması yıllık 100-200bin mertebesini geçmeyecek gibi birtakım varsayımlarla bir fizibilite çalışması hazırlandı. Daha sonra daha büyük bir ekiple işe başlandı böylece 94 yılında başlamış olduk. 1994 yılında başlarken biz bu işin nasıl yapılacağını, GSM sisteminin ne olduğunu, rakiplerimizin kimler olduğunu falan biliyorduk. 94 yılında işin teknik zorluğunu, yapılabilirliğini biliyorduk yani gözümüze kestirdik öyle diyeyim. Her Ar-Ge’de takdir edersiniz ki belirsizliklerle başlar, bilseniz zaten Ar-Ge olmaz o.

O dönemde piyasadaki rakipler kimlerdi?

17:16 Valla Nokia ve Ericsson ciddi rakipti, bir de Motorola her ne kadar o ikisi kadar olamasa da rakibimizdi. Başka firmalar da vardı mesela Siemens’in bir telefonu vardı Marathon diye. Onun mesela türevleri vardı Matra’nın bir telefonu vardı, Netaş’ın bir telefonu vardı, Nortel’in bir telefonu vardı. Panosonic’in vardı ama yaygın olan telefon Nokia ve Ericsson’du.

O dönemde dışa bağımlılığımız ne düzeyde idi?

17:50 Mesela bu işlerde kritik olan şey yarı iletken; yarı iletken teknolojisi o tarihte Türkiye’de yoktu. Şu anda da çok sınırlı mesela bizim Bilkent’te kurduğumuz ortak şirket bu konuda çalışan şirketlerden birisi, yine TÜBİTAK’ın bir şirketi var ithal biz ASELSAN olarak ona ortak olduk paydaşıyız o şirketin. Onlar uğraşıyorlar ama sonuçta cihazların içine girecek Türk tasarımı yarı iletken sayısı son derece sınırlı. Ve bu yarı iletkenler yurtdışından tedarik ediliyor yani bu elektronik malzemeler yurtdışından sağlanıyor. O tarihlerde de öyleydi mekanik parçalar da buradaki imkanlarla yapılıyor. Sonuçta sizin oraya katma değer sağlamanız, bir birim çıkartıyorsanız atıyorum 60 70 birim maliyet olarak yabancı ama katma değeriniz bu değil aslında katma değeriniz yaptığınız tasarım. Ülke olarak o tasarımı siz yapıyorsunuz her hakkı size ait herhangi bir değişiklik istese biri sizin yapma yeteneğiniz var kritik olan şey bunlar aslıda yüzde şu kadarı bu kadarı yerliden daha çok tasarımı kim yaptı? Önemli olan şey tasarımın bizim olması. Bu telefonun tasarımı bizimdi, baskı devresi, bütün yerleşimi, aref devrelerinin tasarımı onun mezbatta birleştirilmesi, yazılımı her satırına kadar bizimdi. Sadece küçük bir bölümünü kaynak kodlarıyla satın aldık o da ilerde ihtiyacımız olur modifiye ederiz gibi bir gerekçeyle. Yani telefon üzerinde olan her satır koda hakimdik.

1919 ve 1920 modellerinin dönemin öncüleri olduğunu söyleyebilir miyiz?

19:38 Hem 19’un hem 20’nin yani şöyle söyleyeyim o tarihlerde mesela 19 ilk pazara çıktığında titreşim özelliği yeni çıkmıştı bizimkinde de vardı. Boyut olarak baktığımızda mesela Ericsson’un küçük bir telefonu vardı onunla eşdeğer bir telefondu. Tip onayı alan 10. Firma 10-11 bu sıradayız. 600 tane testten geçiyorsunuz, standart çok yeni olduğu için o zamanda testlerde ne yapılacağı da çok net değil, belirsiz bir yığın bir şey var. Danimarka’da bir laboratuvarla anlaşıldı bu testleri yapmak üzere. Biz mesela bir 6 ay tip onayı testlerine uğraştık. Tip onayı şu demek yaptığınız telefon GSM şebekelerine kayıtlanıp kullanılabilir onayı demek sonucunda bir sertifika alıyorsunuz. O sertifikayı almak için 6 ay belki 1 seneye yakın uğraşıldı.

20:38 Birtakım telefonlar vardı ama birbirinin replikasıydı türeviydi yani. Biri bir telefon yapmış o telefonu biraz değiştirip başka bir isimle satıldığını falan görüyorduk. Özgün olan belki onuncu firmayız. 1997’de tip onayına sahip, telefonu olup da tip onayı alabilen dördüncü ya da beşinci ülkeyiz.

96-97’den itibaren ürünümüzü uluslararası fuarlarda sergiledik. Çok önemli iş birliği talepleri oldu mesela LG’nin bizim tip onayı aldığımız tarihte tip onayı yoktu onlar da uğraşıyordu ve onlardan bize gelen bir talep vardı. O tarihlerde telefon tasarımında iş birliği yapmayla ilgili bir teklif aldık LG’den. 96-97 yıllarından bahsediyorum.

1919 ve 1920 ne kadar ticarileştirilebilirdi?

Yüz bine yakın 19 sattık. Yüz bine yakın 20 sattık. Daha sonra ticari olarak rekabet edemediğimiz için projeyi kapattık.

Üretime neden devam edemedik?

Sonunu getiremedik. Çünkü birtakım nedenlerimiz var. Rekabet edemedik. Yapımız çok uygun değildi. Çünkü şirket başka bir misyonla kurulmuştu. Birtakım gerekçelerimiz var. Sonuçta ticari anlamda sonunu getiremedik. Cep telefonunda başarılı olmayı arzu ettik. Üretim hattında ciddi yatırım yaptık. Yüz bin tane üretecek kadar yatırım yaptık. Baskı devre üretim teknolojileri ile ilgili yatırımlar yaptık. Elektronik malzemeler çok ufaktı. Ufak malzemeleri dizecek, testini yapacak altyapılara yatırımlar yaptık. Mesela, baskı devre kartları altın kaplanıyordu. İlk defa altın kaplama teknolojisine GSM ile geçildi. Baskı devre hattımız için altın kaplama yatırımı yapıldı. Üretimde ciddi bir yatırım yaptık ama adet miktarı yüz bin adetle lüks tarafta üst tarafta kalacak ve halk içinde yaygınlaşması zaman alacak.

Beklentimiz böyleydi. Dünyadaki raporlar da böyleydi.  Yazılan Pazar raporları aşağı yukarı bu doğrultudaydı. Biz projeye başladıktan sonra çok hızlı yayılmaya başladı. Yani cep telefonu lüks ürün sınıfından çıktı, halka yayılan ürün haline geldi cep telefonu. Mesela, yüz binde başlayan büyük üreticilerin tamamı yüz bin iki yüz bin rakamlarındaydı. O nedenle biz de yüz binde başladık. 1997’de rakiplerimiz 1-3 milyon adetlerine erişmişti. Bizim yüz bin rakamımıza karşın rakiplerimizin bir milyonu aşkın rakamlara ulaştı. Onlar malzemeyi bir ya da iki milyon telefon için toplarken biz yüz bin telefon için topluyorduk.

Yarı iletken malzemelerden bahsettik. Yarı iletkenleri, kapasitör ve direnç gibi pasif malzemeleri üreten fabrikaların üretim bandını kapatabiliyorlardı. Bu durumda biz stokçudan malzeme alıyorduk. Yani biz onların 1’e aldığını 2’ye alıyorduk. Telefonun malzemesini 1’e mâl ediyorlarken biz 2’ye mâl ediyorduk. Bizim şirketin o esnada bir karar vermesi gerekiyordu. 100 binden 1 milyona çıkmalı mıyız? çıkmamalı mıyız? Bu kararı vermesi gerekiyordu. Yani bir milyonun üstünde rakamı telaffuz etmeyince pazarda rekabetçi olamayacağımızı gördük. Bunu 1998-1999 yıllarında gördük. Bir milyona çıkmak şöyle yatırımlar gerektiriyor. Üretim hattı bir milyona çıkartacaksınız ya da kendinize ait bir ekosisteminiz olacak.

Bir milyon üretecek kapasiteyi etrafınızda oluşturmanız gerek. Bir milyon malzemenin bağlantısını yapacak paranın cebinizde olması gerek. Çünkü malzemeyi almak için akreditif açacaksınız. Akreditif açmak için bankada paranız olması lazım. Yani firmalara o parayı harcamayı taahhüt edeceksiniz. Malzeme geldikten sonra parayı ödüyorsunuz. Paranızı taahhüt ettikten sonra bu işin geri dönüşü yoktur. Birtakım hesaplar yapıldı. O tarihlerde gereken para yaptığımız cironun üç ya da dört katıydı. Nakit paraya ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Böyle bir para da projeden çok misyon şirketi olduğumuz için savunma tarafında ciddi görevlerimiz olduğu için o tarihlerde bu risk alınamadı. Bu tarihlere gelinse alınabilir miydi? Belki alınırdı. Bizim ülkemizin tarihi de o tarihlerden bu tarihte epey değişiklik gösterdi.

26:00  Sermaye büyüdü. Bu konuda yatırım yapabilecek insan sayısı arttı ama o tarihlerde etrafımızda böyle bir alanda bu işin gerektirdiği yatırımı yapabilecek çok insan yoktu.

Korumacı politikalar uygulansaydı ulusal talep firmayı güçlendirebilir miydi?

Bunlar bizim pazarda kalmamızı bir nebze sağlardı. Mesela, vergi konabilse sağlardı. Devletten bir takım başka teşvikler olabilirdi. Olsaydı ayakta kalabilirdik. Şu anda insanlarda yerli malıyla ilgili istek arzu var insanlarda bir bilinç var artık. O tarihlerde böyle değildi. Bizim yerli üretilen yerli tasarlanan ürünümüz Çin malı gibi ürünlerle karşılaştırılıyordu. Teknoloji denildiğinde insanlarımızın aklına batı ürünleri ya da Japon ürünleri geliyordu.

Bu algı ülkemizde daha yeni yeni kırıldı. Belki bunlara da birtakım önlemler alınabilirdi. Mesela daha fazla halka hitap etme daha fazla halka anlatma gibi birtakım şeyler yapılabilirdi. Azerbaycan’da çok başarılı olduk. Çünkü Azerbaycan yeni dağılmış Sovyetler Birliği’nden bağımsız olmuştu. Azerbaycanlılar bizim telefonumuza inanılmaz ilgi gösterdiler. Telefonu kendilerinden bir şey gibi gördüler. Biz bunu Türkiye’de sağlayamadık. Uğraştık olmadı. Ciddi bir sermaye gerekiyordu. Bizim insanlarımız, o tarihlerde sanayici dediğimiz bizim, kendime özgü ürün tasarlayım, üreteyim filan anlayışında değillerdi. Lisans altında üretimler modaydı.

O tarihlerde bizim sanayinin profili, çok özgün yerli bir ürünü alıp üretecek şekilde değildi. Yani yatırımcı bulamadık.

1919 ve 1920 fuarlarda nasıl geri dönüşler alıyordu?

CEBIT’lerden çok mutlu dönerdik, gerçekten çok iyiydi. Telefon oradaki Türklerin çok hoşuna giderdi. Bizim teknolojik bir ürünü sergiliyor olmamız onların çok hoşuna giderdi. Rakiplerden çok olumlu tepkiler alırdık. Rakiplerimizin telefonumuz rekabetçi olabileceği ile ilgili çok olumlu raporlar hazırlandığını biliyoruz. Onlar da telefonla çok ilgilenirdi. Bir tanesi hariç CEBIT’lerden memnun dönerdik. Hannover’de, CEBIT’teyiz. O tarihlerde internet çok yaygın değildi. Rakiplerle ilgili bilgi toplamak, yenilikleri anlamak ve izlemek için fuarlara gidilirdi.

Fuarlar gerçekten çok çok önemli. CEBIT’te bizim elektronik alanda dünyada bir numaralı fuardı. Almanya’nın Hannover şehrinde her sene düzenlenirdi. Oraya insanlar o yıl lansmanını yapacağı yeni ürünlerini getirilerdi. Yeni telefonlar, yeni bilgisayarlar, yeni IT gibi ürünler CEBIT’te sergilenirdi. Hannover’in alt yapısı çok kalabalığı kaldıracak bir yapıda değildi. Pansiyonlarda kalınırdı. Metroyla ulaşım sağlanırdı. Sabah kalkılıp 1 saatte metroyla gidilirdi. Biz üç dört arkadaş fuar alanında amatör bir ruhla uğraşıyoruz. Kısıtlı imkanlarla ürünü en iyi şekilde teşhir etmeye çalışıyorduk. Metro istasyonunda metrolar arka arkaya dizilirdi.

Yolcular yavaş indiğinde metrolar beklemeye başlardı. Yani son durağına vaktinde ulaşamazdı. Bir şey oldu. Metromuz 15 ya da 20 dakika gecikti. Akşam standa bant çekerdik. Fuar 9’da başlıyorsa biz o gün standı açmamız 9buçuğu buldu. Ertesi gün ulusal gazetelerden birinde haber “ASELSAN, CEBIT’i es geçti”. Çok büyük gazetelerden birinde muhabir yememiş içmemiş bizim standın bantlı halinin fotoğrafını çekmiş. Ertesi gün bu Türkiye’ye yayıldı. Biz daha Hannover’deydik. Sabah direktörümüzden bir telefon geldi. Ne yaptınız böyle haberler var dedi.  Durumu anlattık. Metroyla gidilebiliyor.

O zamanlarda araba kiralasak otopark çok zordu. Profesyonel fuar ekibimiz yoktu. Ben tasarım başındaydım. Aynı zamanda fuara gidip ürünü anlatmaya çalışıyordum. Böyle bir ekiptik. Yöneticilerimize anlatmakta bir zorluk oldu. Allah’tan Almanya’daki Hannover konsolosumuz ya da konsoloslardan biri bizimle müthiş ilgilemişti. O haberi görmüş ve üzülmüş. Ülkeyi bir teknolojik ürünle iyi temsil ettiğimizi düşünüyorduk. Hannover’de bizim standımızın olduğu tarihlerde başka bir Türk firma yoktu. Genel müdürümüz Hacim beyi aradı. Hacim beye bu çocuklar burada müthiş iş yaptılar, göğsümüzü kabarttılar, siz bu haberlere bakmayın dedi. Bizim de anlattıklarımızla bütünleştiğinde genel müdürümüz yumuşamış.

Sabah buraya geldiğimizde Hacim Bey çağırıyor dediler. Biz de geç kaldık diye fırça yiyeceğiz diye bekliyorduk. Hacim Beyin fırçaları da meşhurdu. Allah rahmet etsin. Üç arkadaş geldiğimizde herkes hacim beyin yanında son derece heyecan içinde bizi bekliyordu. Hacim bey elinize sağlık, bunlar bizim başımıza gelir, o haberi sizin rakipler çıkartmıştır, para verilerek böyle bir haber yapılması sipariş edilmiştir, siz hiçbir şeye canınızı sıkmayın sizden çok memnunuz diyerek bizi gönderdi. Herkes bütün ekip sevindi. Bizim de böyle bir anımız oldu.

Sizce bugün teknolojik olarak neredeyiz?

İnovasyonu yapamayan ortadan silindi. Biliyorsunuz büyük firmalar bu işleri bıraktı.  Niye bıraktılar inovasyon yapamadıkları için bıraktılar. Yani piyasanın arzu ettiği yenilikleri telefonlarına getiremediler.

Mesela ilk getiren Apple oldu. Bir dönem mesajlaşma üzerine Black Berry çok yaygındı. Çünkü o da inovasyondu. Onun üzerine dokunmatik ekranlar, aplikasyonlar, kullanımın kolaylığı, birtakım itemlere tıklayınca doğrudan erişimler inovasyon olarak geldi. Çok da etkili oldular. İnsanlar o özellikteki telefonları tercih ettiler. Eğer zaman içinde inovasyon yapabilseydik ve uygun sermaye yapımız olsaydı pazarda yerimizi korurduk. Yapamasaydık. Bilmiyorum ekibin durumu. Bu konuda bir şey söylemek zor. Bu şöyle bir umut da getiriyor. Bizim geldiğimiz konumda teknolojik olarak alt yapımız var mı var. Türkiye’de iyi mühendisler var mı var. Biliyoruz olduğunu. Birçok ürün yapıyoruz. Bu bizim geleceğe umutlu bakmak için yeterlidir.

Umutla bakabilmemiz için elimizde her türlü şey var elimizde. Bundan sonra uygun inovasyonu bizim çocuklarımız, gençlerimiz yapsa inovasyonu doğru yapan arkasında sermaye desteği ile alıp götürebilir. Mesela, diyelim yuvarlak telefon yaptık, çok değişik bir telefon yaptık, üçgen telefon yaptık, küre telefon yaptık ve insanların da çok hoşuna gitti diyelim. Bir yenilik getirmiş oluruz. Bu alıp sürükleyebilir. Bizim teknolojik olarak geldiğimiz noktada gençlerimize güveniyorum onların bir şeyler yapacaklarını biliyoruz. Zaten hepsini yanımızda görüyoruz. Onlar yeni bir şeyler yapıp alıp götürecekler. Böyle bir umudumuz var. Umudumuz hiç bitmedi.

Cep telefonu üretme süreci ASELSAN’ın teknolojik yetenek birikimine nasıl yansıdı?

Cep telefonunun ticari tarafında arzu ettiğimiz başarıyı sağlayamadık. Nedenlerinin bir kısmını anlattım ama oradan elde ettiğimiz know-how, alt yapılar, teknolojik imkanlar bizim diğer alanlarda çok başarılı olmamızı sağladı. Askeri alanda çok başarılı olduk ve hâlâ başarılı olmaya devam ediyoruz. Profesyonel alanda başarılı olduk ve başarılı olmaya devam ediyoruz. Uydu alanında ciddi ürünler çıkarttık. Bu alanda da çok başarılı olacağımızdan eminim. Her yapılan işin aslında bizi teknolojik anlamda bir üst noktaya taşıyor. Nasıl oluyor? Mesela üretim yatırımı yaptık dedim. Üretim yatırımların tamamını bir sonraki telsizlerde kullandık. Bize ne kadar fayda sağladı derseniz bunun ölçülebilir bir tarafı yoktur. Yani sağladığı faydanın parasal karşılığı yoktur. Yatırımı yaptık. Nasıl kullanacağımızı da öğrendik.

Hem profesyonel telsizlerde hem askeri telsizlerde aynı üretim alt yapısını kullandık. İşin Ar-Ge tarafına dönecek olursak. Telefon yaparken hızlı sayısal iletişim nasıl yapılır. Buna hizmet eden radyo telsiz alt yapısı nasıl yapılır bunları öğrendik. Basit menüler yapmayı öğrendik. Yani kullanıcı tarafından kolay kullanılır cihazlar yapmayı öğrendik. Bunları aldık hem profesyonel telsizlere hem askeri telsizlere aktardık. Bizim askeri telsiz kullanıcıları memnundur. Çünkü 15-20 sene önceki know-how buraya getirdik. Bunların da ölçülebilir bir karşılığı yoktur. Oradaki uğraştığımız şeyle ticari başarı sağlayamasak da bizi teknolojik olarak bir üst noktaya taşımış oldu. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Uydu alanında ciddi faaliyetlerimiz var. Global düzeyde büyüyen bir Türkiye düşünüyorsak uydu haberleşmesi kaçınılmazdır. Mesela geminizi Akdeniz’in bir ucuna gönderecekseniz üzerinde uydu haberleşmesi olmalıdır. Somali açığına gönderiyorsanız gerekli haberleşme alt yapısı uydu üzerinden bağlanacaktır. Büyüyen Türkiye’de uydu haberleşmesi hem kamu güvenliğinde hem askeri alanda vazgeçilmez bir şeydir. A’dan Z’ye kendimize ait terminallerimiz var. Gemi uydu terminalleri son derece zordur. Çünkü gemi giderken uydu bağlantısının kopmaması lazım. Stabilizasyon mekanizmaları kurulur ve bunları biz kendimiz yaptık. Bu önümüzdeki aylarda bir geminin üzerinde test edilecek.

6A haberleşme uydusu var. Uzaya gönderilmesi 2020 gibi planlandı. Bunun görev yükünün birtakım bölümlerinin tasarlanması, bütün görev yükünün entegrasyonu ve testi bizim sorumluluğumuzdadır. Bununla ilgili ciddi bir yatırım yaptık.  Yani uzayda haberleşme alanında yer almayı arzu ediyoruz. Kaynaklarımızın bir kısmını buraya ayırıyoruz. Kripto konusunda çok iyiyiz.  Mesela askeri telsizleriniz kriptolu olur. Değişik seviyelerde kriptolar vardır.  Her seviyesinde elimizde milli bir çözümümüz var. Haberleşme alanında iddialı bir şekilde yolumuzu devam ediyoruz. Şirketimizin içinde beş tane sektör başkanlığımız var. İlk kurulan sektör başkanlığı 42 yıllık geçmişiyle haberleşmedeki şirket biziz. Geleceğe güvenle bakıyoruz.

Önümüzde ciddi bir birikim var. Bizim haberleşme ürünlerimizin ihracat potansiyeli gerçekten çok yüksek. Etrafımızdaki coğrafyada ürünlerimiz bilinir hale geldi. Haberleşme geleceğe güvenle bakıyor. Haberleşme alanında böyleyiz. Daha uzun yıllar devam edeceğiz. Biz ve bizden sonrakileri bir şeyler yapacak. Ondan sonrakiler de yapacak.

Sizce Türk genci hayal ettiğinde neler yapabilir?

Herhâlde bu Yunan filozoflarına da soruluyordu. Onlarda bu gençlere nasıl güveneceğiz de işleri emanet edeceğiz diye cevap veriyorlarmış. İşe bağlılıkları liyakatleri bizim zamanımızdaki değil gibi görünüyor. Ama sonuçta biz bu arkadaşlara güvenmek durumundayız. Bu gençler bizim geleceğimiz. Dediğim gibi gerçekten biz bu arkadaşlarla başarılı işler yapabiliyoruz. Hiç öyle bir derdimiz yok. Ben Yunan filozoflar gibi cevap vermeyeceğim.

Biz bu gençlere güveniyoruz. Onlar ülkenin geleceğidir. Bizden iyisini mutlaka yapacaklardır. Bundan hiç şüphemiz yoktur. Teknolojik olarak biz bir noktayı geçtik. Yurt dışına gittiğimizde ezik değiliz. Onlar ne yapıyorsa biz de onları yapıp gidiyoruz. İşbirliklerinde ezik değiliz. Hiçbir şeyimiz yok. Bence bu yeni gelen çocuklarda bunun güveni var. Bahsettiğim gibi 1996 yılında CEBIT’e bir tane Türk firması vardı. Şimdi savunma fuarına gittiğimizde yirmi tane Türk firmasını alıyor. Her şeyimiz daha gösterişli ve profesyonel stantlarımız var. Daha fazla sermayemiz var. Yani bizim yeni nesil çocuklarımız daha şanslı diyorum. Kendilerine güvenmeleri için ellerinde yeteri malzeme var.

Yerli yeşil yeni hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Yerli Yeşil Yeni, isimi güzel. Hem içinde doğa var hem teknoloji var hem de az önce bahsettiğimiz inovasyon var. ASELSAN’ın geldiği bütün noktalarda inovasyona ihtiyacımız var. Bence slogan çok iyi bulunmuş yerinde bir slogan. Biz destekliyoruz. Ayrıca buraya gelip bizden de görüş aldığınız, için bir kez daha teşekkür ediyorum.

Yerli Yeşil Yeni

Bir gelecek hayaliyle

İletişim

Merkez Ofis

Dumlupınar Mah. Süleyman Gönçer Cad. ATSO İş Merkezi
No:8 K:5 D:13 Afyonkarahisar
 

AFYON

E: afyon@yerliyesilyeni.org

 

ANKARA

E: ankara@yerliyesilyeni.org
 

İSTANBUL

E: istanbul@yerliyesilyeni.org