Ş.Yaman Tunaoğlu
Türkiye’de Yerli Haberleşme Teknolojilerinin Öncüsü Olmak
KAREL
Yerli Yeşil Yeni Üretime Adanmış Sıra dışı Örnekler Serisi’nin altıncı konuğu KAREL’in kurucu ortağı Ş. Yaman Tunaoğlu. KAREL, haberleşme teknolojilerinin yerli çözümlerle nasıl geliştirildiğini anlatıyor. Hem teknoloji geliştiren hem de teknoloji gelişimi için bir ekosistem geliştiren KAREL sıranın dışındaki örneklerden biri. Ş. Yaman Tunaoğlu ile 14 Ocak 2019’da yaptığımız söyleşi Bilkent Cyberpark’ın destekleriyle gerçekleştirildi.
Ben KAREL’in kurucu ortaklarından en küçüğüyüm diyeyim, biz üç kardeşiz. Elektrik Mühendisiyim. Boğaziçi Üniversitesi mezunuyum 1984 yılında mezun oldum. 2 yıl yurtdışında Amerika’da Yüksek Lisans çalışması yaptım. 86 yılında da KAREL kuruldu. Yani ben KAREL dışında bir firmada çalışmadım.86’dan bugüne yaklaşık 30’u aşkın yıldır KAREL’de daha çok teknik konular üzerinde çalıştım. Daha sonra fabrikaya 1993 yılında Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikamıza geçtik. Orada üretim bölümü de bana bağlandı. Üretim ve Ar-Ge’den sorumlu oldum, en sorumluluğumun arttığı dönemdi. Daha sonra 2005 yılında buraya Bilkent Cyberpark’a geldik.
Yurtdışında aldığınız eğitimin KAREL’in gelişimine nasıl bir etkisi oldu?
01:00 Amerika’da ben tez konusu olarak orada sadece bir tez değil bir cihaz yapmak gibi seçenekler de vardı. Tez konusu olarak bir cihaz seçeyim dedim, bir Elektrik Elektronik Mühendisi bir şeyler yapmamız lazım; ancak o zaman insan kendini daha iyi hissediyor. Ve linguistlerin kullanacağı bir cihaza ihtiyaç vardı. Bu, sesi sayısal olarak kaydedecek daha sonra da düğme kanalıyla değişik parçalarını oynatacak bir cihaz. Böyle bir cihazı 2 yıl içerisinde tez projesi olarak yaptım. Ve orada kullandığım entegre devreler order disorder dediğimiz codec gibi yapılar aslında telefon santralinin temel taşları onu o zaman ben de bilmiyordum. IBM’in 1 hızındaki bilgisayarı vardı. Ben ilk DOS bilgisayarını orada gördüm. 84’te 85’te düşünün oradan bugüne 1 idi şimdi kaç milyona belki yaklaşıyor artık.
02:05 O bilgisayarın içine bir kart yaptım. O bilgilerle Türkiye’ye geldim ve KAREL’de ilk sayısal telefon santralinin yapılmasında mesela o bizde programlanabilir “eprom” derdik o zaman programlanır entegreler vardır ve onu programlamak için kaynak yok, para yok. Küçük bir ofiste babamızın bir ofisinde başladık. O bilgisayar için yaptığım kartın benzeri bir kartı yaparak o bilgisayar üzerinden programladık. Yani Eprom programlayıcı alacak kadar bile kaynağımız yoktu. O bilgilerle telefon santrali elektroniğinin tasarımında ve yazılımında ciddi bir destek sağlamış oldum. Tamamen tesadüf ve rastlantı diyebiliriz.
O dönemde Türkiye bu düzeyde bir teknolojik girişme hazır mıydı?
02:48 Bence ülke hazırdı. Aksine çok daha kolaydı çünkü hiçbir şey yoktu. Elektronik sektörü olarak baktığınızda birkaç firma vardı. ASELSAN daha yeni kurulmuştu. Philips’in telsizleriyle başladılar. Sonra kendi novalarını kazandılar o dönemden geçiyorlardı. Böyle bir dönemde bir şey yapmanız azıcık doğru yapmanız onu yeterli oluyor. Bana hatta sordukları zaman bu başarı hikayesi diye, ben bunu çok başarı hikayesi olarak görmediğimi söylüyorum. Bir doğruyu doğru zamanda bir şeyi yapmış olmak diyorum. Zaten birçok başarı hikayesine baktığımızda, bir şeye başlarsınız bir sis içerisindedir her şey bir süre sonra belli bir yöne gidersiniz ve başarılı olursunuz. Sonradan baktığımız zaman sanki o çok büyük bir öngörüymüş gibi görünür ama şimdi çok daha zor.
KAREL’i yenilikçi kılan ürünler nelerdir?
03:49 Şimdi tabii geçmişe gitmek durumundayım. İlk telefon santrali ve ilk küçük telefon santrali yani böyle kapasite olarak 4-8, 4-12 aboneler dediğimiz bir telefon santralini yaptık ve o dünyada çok benzeri yoktu. Türkiye’de serf sekreter denilen ürünlerle rahatlıkla rekabet edebilen bir üründü. O bir yenilikçi bir yaklaşımdı. O sayede firma büyüdü ve esas olarak ondan sonra daha da büyük sistemleri yaptık. Bu şekilde devam ettik.
KAREL’in faaliyetleri teknoloji ekosisteminde nerede konumlanıyor?
04:24 Biz ilk santrali yaptık. Bahsettiğim gibi ben Amerika’da Yüksek Lisans çalışmamda bu teknolojiyi öğrendim. Türkiye’ye geldiğimizde ilk sayısal santrali yaptık o çok bilinmez ve ona bir kutu lazım. Fakat kutu dediğimiz zaman plastik enjeksiyon kalıbı yaptırıp öyle bir plastik kutu yapmak ciddi oldukça pahalı bir çözüm. Ne yapacağız dedik ki bunu ahşap yapalım. Sitelere gittik, bir arkadaşımızın mobilya işletmesi vardı. Oradan ona bir tasarım yaptırdık ve bir ahşap kutu yaptık. İki tane çeşidi vardı. Bir tanesi meşe bir tanesi de ceviz. Biz santral siparişi verirken ceviz mi olsun meşe mi olsun diye sorardık. Daha sonra şirket para kazanmaya, kaynak yaratmaya başlayınca o zaman bir kalıp yatırımı yapalım. Çünkü o zaman her şeyi kendiniz yapmanız gerekiyor biraz da konjonktür öyleydi. Etrafta çok fazla yardım alabileceğiniz alt sanayi yardımcı sanayi yoktu. Biz çok iyi bir Makine Mühendisliği’nin liderliğinde bir kalıp işletmesi kurduk. Amaç kendi telefon setlerinin kalıplarını üretmekti. O işletme kendisi yatırım yaptı. Şu anda Türkiye de kendi Ar-Ge merkezi var ve mühendislik açısından çok ileri gitmiş çok düzgün bir işletme, yurtdışına da birçok iş yapıyor. Kalıp sanayine önemli bir katkımız oldu. KAREL’e bir katkısı olmadı ama Türkiye’de kalıp sanayisine önemli bir katkısı oldu, öyle bir firma ortaya çıktı.
KAREL ne kadar yerli?
06:00 KAREL yerli. KAREL kurulduğu zaman da tamamen yerli sermaye ile kuruldu. Şu anda da yaklaşık yüzde 30’u halka açık bir firma geri kalanı da kurucu ortakların bünyesinde. Ama hiçbir yabancı ortaklığı yok. Fakat elektronik üretim dediğimiz zaman ona dikkat etmek lazım. Telefon santralini biz yerli yapıyoruz. Tamamen yerli ürün… Bu şu demek; bütün tasarımı biz yapıyoruz. Hem donanım tarafında hem de yazılım tarafında üretimini de biz yapıyoruz. Ama elektronik üretiminde parçalar entegre devreler dediğimiz malzemelerin büyük çoğunluğu özellikle savunma sanayisinde bu böyle yurtdışından geliyor. Dolayısıyla biz dolar bağımlı bir firmayız. Üretimi yaparken dolar bizim için çok önemli. Kredi kullandığımız zaman dolar kredisi kullanmak durumundayız. Sonuçta entegre devreler açısından biz yurtdışına bağımlıyız. Ama sadece biz değil, birçok elektronik sektörü yurtdışına bağımlı. Bunda bir risk yok mu? Var ama sonuçta global bir ortamda her şeyi kendiniz yapamazsınız. Önemli olan cihazı tek bir ülkeden alıyorsanız o ülke ile bir şekilde sizin de aranız bozulursa ya da bir ambargo durumunda kalırsa Kıbrıs Harekâtı’nda olduğu gibi çıkmaza giriyorsunuz. Ama o cihazı kendiniz yapıp parçaları yurtdışından alıyorsanız onun alternatifleri çok oluyor. Bir ülke vermez ise, başka bir ülkede aynı parçayı yapabiliyor ve riski azaltmış oluyorsunuz. Ama tabi elektronik devrelerin bir kısmını Türkiye de yapmaya başlamak iyi olur. Ama her şeyi kendiniz yapacaksınız diye bir kural yok. Yerlileşme dediğimiz zaman onu da çok abartmamak lazım. Bazı parçaları da dışarıdan alacağız yoksa zaten öyle bir ticaret olur mu? Siz herkese satıyorsunuz ama hiçbir şey almıyorsunuz. O zaman zaten sizinle ticaret yapmazlar. Birtakım parçaları da yurtdışından almaktan rahatsız olmayacağız. Ama özellikle savunma sanayisi gibi kritik sektörlerde kritik parçaları tasarım aşamasın ve daha sonrasında da eleman entegre devre aşamasında sensor aşamasında Türkiye’de üretilmesi gerekiyor.
KAREL’in uluslararası pazardaki payı ve konumu nedir?
08:06 Uluslararası pazarda bizim ilk yıllarda yaptığımız telefon santrali faaliyetlerinde yurtdışı satış firmasıydı; hatta kendi bünyemize katıldı. Yoğun bir faaliyetleri vardı. Fakat istediğimiz ihracat oranını yakalayamadık. Ve şu anda KAREL’in direkt ihracatı çok küçük. Ama şöyle bakarsanız; Mesela Arçelik yüzde 70 oranında sanırım yurtdışına satış yapıyor ve onun en büyük elektronik üreticisi biziz. Aslında o zaman ciddi bir şeyin ihracatına katkımız oluyor. İhracatı arttırmak yurtdışına satış önemli şeylerden birisidir.
KAREL’in iş birliği ve yatırımları ne aşamada?
08:50 Yapay zekâ derin öğrenme bunlar çok sıcak konular. Ama Nesnelerin İnterneti çok özel bir konu. Elektroniği ilgilendiriyor, yazılım tarafını ilgilendiriyor. Bütün yakın bir gelecekte 20 milyar tane bağlantı, nesnelerin interneti cihazının, bağlı cihazın olacağı düşünülüyor. Bu tür konularda niş işler yapan KOBİ düzeyindeki firmalarla tanışıyoruz. Ve onların eğer katma değer sağlayabileceğimizi görürsek onlara ufak organik bir yatırım yapıyoruz. Tamamen organik bağ oluşturmak için. Bizim gibi firmalar odağını açıkçası kaybetmiş oluyor; doğal olarak çünkü çok fazla alanda çalışıyoruz. Halbuki bu firmalar belirli bir alanda odaklanıyor iyi işler yapıyorlar. Bizim o firmalarla iş birliği yaparak kendilerine sinerji yaratarak büyüme yaşamaları klasik. İki tarafın kazandığı bir olay yaşanması bence bizce en doğru çözüm olacak diye düşünüyoruz. Onlar çok motive ve çok odaklılar. O heyecanı bozmadan, onlara çok dokunmadan şey vardır. Büyük firmalar başarılı firmaları satın alırlar; Amerika modeli… Kendi bünyenize katarsanız o firmanın o ruhunu zaten öldürürsünüz; dışarıdan onlarla iş birliği yapmak bence en doğru çözüm
KAREL’in Türkiye pazarında ki konumu nedir?
10:20 Biz ilk yola çıktığımız zamandan beri yıllardır bir numarayız. Pazarda en fazla sistemi olan ve en fazla satışı yapan firmayız. Pazar küçülüyor ve bizim pazardaki satışlarda hat olarak küçülüyor. Ama hala liderliğimizi koruyoruz. Küçük segmentte KOBİ’ler ve küçük işletmelerde yüzde 70’e varan bir oran. Buda şu demek; 10 işletmeden 7’sinde eğer telefon santrali varsa KAREL var.
Türkiye’de Rekabetçi Yerli üretim potansiyeline sahip mi?
10:51 Türkiye’de o potansiyel var. Teknoloji geliştirme tarafında gerçekten ben çok yetenekli mühendisler var, çok fazla üniversite var. Sayıları artıyor, yetkinlik artıyor ve orada bir problem görmüyorum. Tabii ben elektronik sektörü bazında bunu söylüyorum. Ama diğer taraflarda da var bunu da çok tecrübeli biri olarak söylemiyorum. Sadece bir hissiyat olarak söylüyorum. Ama o yeterli değil. Yerlileşme tarafında biliyorsunuz kamu özellikle Türkiye gibi büyük ülkelerde kamunun alanı sanayiye ciddi bir destektir, teşviktir. Bunun sağlanması çok önemli. Siz yerli ürün yaparsınız ama bunu büyük. Kamu kuruluşlarına satamazsanız orada zorlanırsınız. Yurtdışı satış çok önemli ama ilk önce sorarlar Türkiye de kime verdiniz. Hele büyük sistemlerse. Önce Türkiye’de kendi mutfağınızda bir referansa ihtiyacınız var. O bilinç tam maalesef yerleşemedi. Bunun mutlaka olması lazım. Düzgün rekabet ortamları sağlanırsa yerli firmaları çok fazla korumak da doğru değil bu sefer de gelişmez; yani o dengeyi çok iyi korumak lazım. Sonuçta siz bir ürünü rekabetçi yapabildiğiniz zaman dünyada satabilirsiniz. Kendi ülkeniz bir sübvansiyonla sizi korursa siz hiç iyi olmayan bir ürünü ülkedeki bütün kurumlara satarsanız orada başarılı bir firma gibi olurusunuz ama yurtdışına açılamazsınız. Çünkü hiçbir şekilde rekabet edemezsiniz. Aynı durumları sağlamış fakat yurtdışı olayında birçok kurum hala kırılamadı. Bizim ürünümüz yerine gidip bir yabancı ürün alıyoruz. Bahsettiğimiz ürünler Telekom ürünüdür, haberleşme güvenlik açısından son dönemde en önemli şey, haberleşme ürünlerinde hele ki kritik kurumlarda, askeri kurumlarda, karargahlarda, başka yerlerde yabancı ürünlerin olması hoş bir şey değil.
ASELSAN cep telefonu üretmeye devam etseydi şu an kendi markasını kullanıyor olur muydu?
13:00 Teknolojik olarak bakıldığı zaman bir başarı hikayesi. Öyle bir ürünü ASELSAN üretebildi. Dışarıdan bakanlar için başarı hikayesi olarak gözüküyor. Çünkü cep telefonu ilk çıktığı zamanda bu işi yaptılar. İlk çıkınca ürün “Aa! Bu ne biçim bir ürün telsiz ve çok güzel her yerden konuşuyorsun” denen bir ürün teknolojik olarak yaptılar. Bu işe girdikleri zamanda biz Aselsan ile çok yakın çalıştığımız için biz şöyle düşündük; bu olabilir belki ama ASELSAN yapısı bu işi yapmak için çok uygun bir yapı değil. Çünkü ASELSAN o zaman tamamen savunma sanayi ağırlıklı firmaydı. Şimdi savunma sanayisi çok farklı bir sektör. Maliyet çok önemli değil, orada belirli kriterler var onları sağlamanız gerekiyor. ASELSAN’ın öyle bir projeyi teknik olarak yapması mümkün ama onu devam ettirmesi çok kolay bir durum değildi. Açıkçası o konu da bizim tereddüdümüz, Bizzat benim diyeyim bizim demeyeyim tereddüdüm vardı bunun başarılı olacağına dair. Mesela o dönemde Arçelik öyle bir şey yapsaydı daha az tereddüt ederdim. Çünkü tüketiciye yönelik ürünler yapan bir firma ama ASELSAN öyle değildi. Aslında biz de öyle değiliz; o yüzden başarılı bir ürün ama onu yapacak firma ASELSAN mıydı belki onu değerlendirmek lazım. Ya da ASELSAN belki onun için ayrı bir tamamen ticari DNA’ları olan bir firma oluşturup tüketiciye yönelik. Belki öyle bir kanaldan yapsaydı başarılı olabilirdi. Benzer şey Ondan bahsedince bir başka firmada Dect telefon yaptı. O da çok başarılı olmadı. Biz yaptık dect santral yaptık biz de başarılı olamadık. Sadece yapmakla bitmiyor iş. Bu tür ürünler için çok farklı parametreler var. Onların hepsini sağlamadan bu işe soyunursanız başarılı olmanız çok mümkün değil. Cep telefonu örneğindeki gibi Türkiye’de cep telefonu yapacak teknoloji yok mu var ama onu yapmakla bitmiyor. Onu bütün dünyaya satacaksınız birde 3 ayda bir değiştireceksiniz. Otomotiv gibi otomotivde süre biraz uzun tabi 5-6 yıl gibi tabi ama cep telefonu zor bir alan. Apple nasıl yaptı? Hiçbir telefon işinde olmayan bir firma hiç tuşu olmayan bir telefon çıkardı. Ve bir anda Nokia’yı sildi.
Mesleki ve Teknik Eğitim öncelik vermek ne derece gerekli?
15:27 Bu Türkiye’de mutlaka üzerine düşülmesi gereken bir konu. Bununla ilgileniyor olmanızda çok güzel. Şimdi bizim Ar-Ge merkezimizde epey bir teknisyen arkadaş var ve saha destekleri bir takım yurtdışında çıkan özellikle yurtdışı sistemlerde olan saha desteklerinde mühendislikten çok onlar işleri hallediyorlar. Ama biz inanır mısınız yanlarında mühendis gönderiyoruz tercüman gibi olsun diye. Onlar İngilizce eğitim almıyorlar. Biz onları birtakım kurslara göndererek sonradan kazandırmaya çalışıyoruz ama belli bir yaşta alınsa tabii daha etkili oluyor. Bir hikâye anlatacağım size; yaklaşık 10-15-20 yıl önce Siemens ile birtakım işler yapmaya çalıştık. Ve bir ürünü onlar geliştirmemiz söz konusuydu bir santral tasarımını. Bizim şu an genel müdürümüz olan ortanca kardeşim ile birlikte Siemens’in Münih’teki merkezine gittik, üssü diyor onlar. Muhteşem bir zaten orası Siemens sokağı, Siemens kasabası, Siemens orada hem Telekom hem de diğer alanda dev bir firma. 3-4 gün güzel görüşmeler yapıldı. Dediler ki en son öğlen sizi burada en yüksek düzeydeki bir kişiyle yemek yiyeceksiniz. Kendi lokallerine gittik. Çok güzel bir masa, güzel servis yapılıyor. 75 yaşlarında gösteren bir beyefendi geldi. Oturduk konuştuk. Çok güzel konuşuyor, güzel bir vizyonu var çok güzel bir sohbet oldu, yemek yedik. Sonra sorduk kim bu diye? Genel Müdür yardımcısı. CEO’nun bir altındaki kişi sanıyorum teknik konulardan sorumlu. Hikayesini anlattılar. Bir tekniker olarak girmiş Siemens’e. Teknisyen olarak girmiş ve bu noktaya çıkmış. Ve gerçekten onu biliyorum ben, Almanya’daki teknik okullarda alınan eğitim birçok açıdan üniversitedeki eğitimlerden özellikle odaklanma açısından daha farklı ve o işe yönelik olarak çok daha faydalı. Bu, üniversitelerden mezun olup iş bulamayan anlamsız kaynağı yaratmayı da engelleyecek bir durum. İsteyen mühendis olsun ama iyi bir teknisyen de en az bir mühendis kadar değerli. Dünyada öyle burada da öyle olması lazım.
Sizce gençler yeterince hayalperest mi?
17:46 Hayalperest bence. Fazla hayalperest hatta. Herkes mutlaka ben bir başarı hikayesi yaratmalıyım düşüncesinde, çok da örneği var. Adana’da bir panele katıldım. Öğrencilerle konuşuyoruz, sohbet ediyoruz. Birisi dedi ki; ben nasıl Bill Gates gibi olabilirim. Bilsem ben olurdum ben de olamadım. Bu bir baskı haline bir stres kaynağı haline gelmemeli. İyi firmalarda iyi pozisyonlara gelmek o iyi firmalarda yetişmek çok önemli. Başarı hikayelerine bakarsanız birçoğuna, şu dönemdeki bir firmada belli bir noktaya gelip ondan sonra ayrılıp kendi firmasını kuran ve çok başarılı işler yapan örneklerin sayısı da epey fazladır bu daha doğru bir yol olabilir ama çok özel bir fikriniz var ise ve kaynağı da buluyorsanız bunu üniversiteden sonra hemen yapabilirsiniz.
Yaman Turnaoğlu’nun yaşam felsefesi nedir?
18:39 Bizim lisenin yüzde 78’i doktor oldu. Çünkü o dönem en güzel para kazanılan meslek doktorluktu. Ben Fen Lisesi mezunuyum. Ama ben hiç tereddüt etmedim. Ve Boğaziçi Üniversitesine giden biz iki ya da üç arkadaştık liseden. Hepsi çok başarılı doktorlar oldu. Epey bir kısmında yurtdışında. Ama ben mühendisliği sevdiğim için mühendis oldum. Hangi işi para almadan yaparım diye düşünürseniz aslında o sizin yapmanız gereken iştir. Tabi her zaman mümkün olmuyor bu. Start-up firmaları geliyorlar diyorlar ki daha doğru düzgün satış yok biz iki yıl sonra seri a yapacağız seri b yapacağız ve bu şirketi 100 milyar dolara satacağız böyle hedeflerle geliyorlar. Bunlar güzel de çok gerçekçi değiller bir de amaç o mudur? Ne yapacaksın sonra peki daha 30 yaşındasın 100 milyon dolara satarsan sonra ne yapacaksın. Başka bir şirket kurup onu da mı satacaksın. Bu mu olmalı yoksa bir şirketi kurup yıllarca yaşatmak onun içinde sevdiğin işi yapmak mı daha değerli? Maddiyat biraz fazla öne çıkıyor gençlerde. Esas mutlu eden sevdiğiniz işi yapmak diye düşünüyorum.
Yerli Yeşil Yeni sizin için ne ifade ediyor?
19:53 Bence doğru bir proje, bir defa kullandığınız 3 sözcük; yerli, zaten şu son dönemde işte biz de konuştuk, çok önemli bir konudur cari açık. Ciddi bir cari açık var ve bunun kapanmasında özellikle imalat sanayisinde cari açık sanıyorum ki 2017’de 47 milyar dolardı, 2018’de ne kadar oldu bilmiyorum. Bunun kapanmasında yerli malı ürünlerinin kullanılması ciddi bir etken ama tabii yeterli değil ihracatı da arttırmak lazım. Yeni, zaten çağımızda yenilikçi olmadıkça bir şey yapmanız mümkün değil mutlaka bir inovatif tarafı olması gerekiyor. Yeşil zaten o da son dönemde çok önemli, enerjinin yenilenebilir enerji olmasıdır o açıdan yeşil de tabii burada vazgeçilmez ve mutlaka üzerinde durulması gereken bir konu. Bunların üçünü birleştirmek tamamlayıcı oluyor bu açıdan bence güzel bir çalışma yapıyorsunuz.


Yerli Yeşil Yeni
Bir gelecek hayaliyle
İletişim
Merkez Ofis
AFYON
E: afyon@yerliyesilyeni.org